Doğruya Doğru - turkuaz.dergi@hotmail.com
Memleket milliyetçiliği öne çıkmalıdır
13 Kasım 2018, SalıTweet |
Veysel Eroğlu ve İstanbul
Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte, Büyükşehir belediye başkanlıkları için isimler konuşulmaya başlandı. 2023 siyasetinin belirleneceği bu seçimlerde bütün partilerin gözü, İstanbul başta olmak üzere, İzmir, Ankara, Mersin, Adana, Konya, gibi metropol kentlerden alınacak oy miktarına belirlenmiş durumda.
İttifakların önemi kadar aday adaylarının da geçmişlerinin masaya yatırıldığı bu ince hesaplarda, bizlerinde uyanık olması lazım.
Memleket milliyetçiliğinden yana olanlar İstanbul gibi bir kentte sayısız hizmetleri bulunan ve siyasette leke almadan ismini korumayı başaran Sayın Veysel EROĞLU’nu büyükşehir İstanbul’a aday yapmak için elimizden gelenin fazlasını yapmalıyız, ister CHP’li olalım, İster MHP’li olalım isterse her hangi bir partinin fanatiği olalım hiç fark etmez, Veysel EROĞLU’nun İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adaylığı için elimizden geleni yapmalıyız.
Memleket sevdamızı ancak böyle kanıtlayabiliriz, hatırlatmakta fayda görüyorum, Veysel bey İSKİ genel müdürüyken, Ağzıkaralıların Ethem ÖNCÜL’ün dükkanı işçi bulma kurumundan daha iyi çalışmaktaydı. Memleketimizde iş bulamayan tüm delikanlılar, Sağcı olsun, solcu olsun, alevi olsun, suni olsun hiç fark etmedi, hepsi ama hepsi işe yerleştirildi.
O gün İstanbul İSKİ de görev yapan bir çok arkadaşımız şu anda emeklilerini doldurdu, doldurmayanlarda, çocuğunun okumasını veya başka sebepleri bekliyor.
Hazır İstanbul’dan yola çıkmışkan, İstanbul un güzide semtlerinden bir tanesi olan Üsküdar ilçesinde yine Şuhutlu bir hemşerimiz olan Sayın Ali Rıza Şenbabaoğlu Belediye başkanlığı için aday olmuştur. Düşünsenize mazisi pırıl pırıl bu iki temiz hemşerimizin seçim için omuz omuza verdiğini inanın hayal değil. Dünya kenti İstanbul bir Şuhutluya, yani Veysel Eroğluna ve İstanbul’un güzide semti Üsküdar Ali Rıza Şenbabaoğlu’na emanet edilmelidir. Bunun için tüm Şuhutlular ellerinden geleni yapmalıdır.
Sadece bununla da kalmıyor, Şuhutlu olarak yaşadıkları bölgede siyaset yapan Hasan Arabacı, İzmir Selçuk’ta teşkilatlardan sorumlu başkan yardımcılığı, hanımı Ziynet Arabacı ise Belediye meclis üyeliği için mücadele ediyor, bununla da kalmıyor, İzmir Konak Belediye başkan adaylığı için başvuran Karadillili hemşerimiz Ayşe Duymaz belediye başkan adaylığı için mücadele ediyor. Bittimi, bitmedi elbette ki, yine Karlıklı hemşerimiz Hasan Akyol, İzmir de mahallesinde Muhtar adaylığına soyundu, yani demek istediğim uzayan kol bizden olsun, hatta şunu da söyleyebilirim başarılı siyasetçi Balçıkhisarlı Tuğrul AKKUŞ’ un CHP’den Afyon Belediye Başkan Adaylığı için ismi geçmektedir, yani hemşerilerimizin mutlaka ve mutlaka destekçisi olmalı ve memleket milliyetçiliğimizi öne çıkarmalıyız, tabi bu arada Şuhut’lu olan sayın Burhanettin ÇOBAN’ıda unutmamamız lazım.
Artık bir aileden iki üç partide mücadele eden kardeşlere şahit olduğumuz gibi, hemşerilerimizin adaylıklarında da akıllı olup, memleket milliyetçiliğini öne çıkarmamızın vakti geldi de geçiyor bile. Aman vakit kaybetmeyelim Veysel hocamız için herkes elinden geleni yapmalıdır. Uyanık olalım, köşeler tutulmadan bir köşede biz tutalım.
Bu arada makam ve mevkiler gelip geçicidir önemli olan gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir. Hangi partiden olursanız olun, Şuhut Belediye Başkanlığı için aday adayı olan ve olmayı düşünen tüm adaylara Şu güzel hikayeyi de paylaşarak, siyaset yüzünden bir birlerini incitmemelidirler. Aday olan tüm arkadaşlara seslenmek isterim. Bakın bakalım bir birimizi kırmaya gerek var mı. Şu güzel hikaye, yaşamımız boyunca hepimize örnek olacak bir hikayedir.
BU DA GEÇER YA HÛ
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar.
Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, Böyle zengin olduğun için hep şükret der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer…
Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. Haa o Şakir mi? der köylüler, O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor. Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma, bu da geçer…
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır:Bu da geçer…
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer Ya Hu” Derviş, “Ölümün nesi geçecek? “diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı Mahmut, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “BU DA GEÇER YA HÛ” yazmaktadır.