PUSULA

2 Kasım 2012, Cuma 14:24

     

PAMUK DEDEMİZİ KAYBETTİK Son bir ay içinde o kadar kötü şeyler yaşadık ki, canımız yandı içimiz acıdı. Bu acılar hayatın gerçeklerini bir kez daha gözümüzün önüne getirdi. Yaşam bir nefes kadar. Bu nefesi almak veya almamak ince bir çizgiyi oluşturmaktadır. Biliyorsunuz gazetemizin yanı sıra mermer içeren sektörel bir de yayın organımız var. Mermer camiasından o kadar çok dostlarımız ağabeylerimiz var ki; Hepsi birbirinden değerli ve saygın insanlar. Bu dostlarımızdan bir ay içinde bizim bildiğimiz ve duyduğumuz 6 kişi hakkın rahmetine kavuştu. Her birinin vefat haberini aldığımızda yüreğimizden bir parça uçarken, bir sonra ki güne umutlu baktık. Buradan aramızdan ayrılara Allahtan rahmet kederli ailelerine, dost ve yakınlarına baş sağlığı ve sabır diliyorum. Afyonkarahisar Gazetecileri Dernek Başkanımız ve aynı zamanda Gazetemizin Genel Koordinatörü Sayın Mehmet Abdioğulları nın kıymetli babası Hasan Hüseyin Abdioğulları’ nı kaybettik. Ben bundan yaklaşık onbeş yıl önce tanışmıştım. Sessiz sakin kimseye karışmayan kendi halinde birisi idi. Yürümeyi çok sever, adeta yürümekten keyif alırdı. İki insan bir araya geldi mi rahatsız olmasınlar diye izin ister oradan ayrılırdı. Ömrü hayatında hayır yapmayı seven mütevazı bir kişiliğe sahipti. Onun küçücük bir tebessümü etrafını aydınlatır ve insana huzur verirdi. Onda ki sevgi önce yaradan’ ına sonra eşine ve torunlarına daha sonra kendi evlatlarına ve çevresine idi. Hak tan ve hukuktan ayrılmayan, bizi iyi ve kötü günümüzde yalnız bırakmayarak bize her zaman destek olan kıymetlimiz ve sevdiğimiz biricik Hasan dedemizi kaybettik. Acısı bizleri oldukça sarstı. Takdiri ilahi dedik. Bizi böyle bir günde yalnız bırakmayarak acımızı paylaşan tüm dost ve yakınlarımıza, protokol erkânına ve değerli meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Hakkın rahmetine kavuşan Hasan Dedemize Allahtan Rahmet diliyoruz. Dualarımız onunla. Pamuk Dedemiz Hasan Hüseyin Abdioğullarını unutmayacağız…. KURBAN BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN Kurban, Allah Teâlâ’nın ihsan buyurduğu varlığa bir teşekkürdür. Sizlerle bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Çok dikkatli okuyun lütfen On bir yaşı; kırmızı ve sarı renkli çiçeklerle süslü siyah şalvarı; ayağında yeşil lastik ayakkabısı, kırmızı çorabı; üstünde kahverengi kazağı ve eskimiş mavi gocuğuyla bir gecekondu çiçeği Zeynep, otobüs bekliyordu. Elinde güçlükle taşıdığı telis bir torba, yüreğinde kardeşi için yüklendiği umut vardı. Kurban bayramından iki gün önceydi. Küçük kardeşi aniden rahatsızlanmıştı. Annesiyle birlikte götürdükleri doktor bir dizi ilaç yazmış, ancak bunları alacak kadar paraları olmadığı için bayramı beklemek zorunda kalmışlardı. Kurban bayramlarını hem seviyor, hem de sevmiyordu Zeynep. Sevmiyordu, çünkü hiçbir zaman diğer çocuklar gibi yeni bayramlığı ve parlak ayakkabıları olmamıştı. Ama yılda bir defa da olsa et yemenin keyfine vardığı için seviyordu bayramları. Et yemeyi çok sevse de, doya doya et yememişti şimdiye değin. Ailecek, bayramda komşuların gönderdiği etlerin azını yer, çoğunu da satarak evin ihtiyacını giderirlerdi. Bu bayramda ise daha az et yiyeceklerdi; kardeşi hastaydı ve ilaç için para gerekiyordu. Zeynep elinde et dolu telis torba, kendisini şehrin en merhametli kasabı Hakkı amcaya götürecek otobüsü gözlüyordu. Hakkı amca orta halli bir kasaptı. Bayramın üçüncü günü sırf Zeynep için dükkânını açar ve onu beklemeye koyulurdu. Onun getirdiği et benzeri şeyleri ağır pahaya alır, Zeynep’i yüzünde gülücükle yolcu ederdi. Uzaktan homurdana homurdana gelen otobüs isteksizce yanaştı durağa. Önce büyükler sonra Zeynep bindi otobüse. Parasını uzattı şoföre ve her bir adımında ardında kırmızı bir leke bırakarak arkalara doğru ilerledi. Zeynep’in telis torbasından sızan kanlar yerleri kırmızıya boyarken, havayı da ağır bir koku kaplamıştı. Et fena bir şekilde kokuyordu. Nasıl kokmasın ki, Zeyneplerin evinde hiçbir zaman etin koyulacağı bir buzdolabı olmamıştı. Kokudan ve lekeden rahatsız olan yolcular, Zeynep’in gül yüzüne tiksinen bir bakış bıraktılar. Durumu fark eden otobüs şoförü azarlamaya başladı Zeynep’i “Ne yapıyorsun öyle. Mahvettin otobüsü. Siz zaten hep böylesiniz. Ne kendinizi temizler, ne de çevrenizi temiz tutarsınız. ”Bir başka yolcu daha sert çıkıştı.” “Böyle cahil, kaba insanları toplumun içine almamak gerek. Böyle rezalet olur mu efendim!” Zeynep başını önünde, yutkunarak dinledi söylenenleri. Her söz bir balyoz olup başına, bir zehir olup küçük yüreğine düştü. Cevap veremedi Zeynep. Sadece içinden “Benim suçum ne? Ben annemin dediğini yapıyorum. Küçük kardeşime ilaç alacağım.” diye söylendi. Ve kendisini bir sonraki durakta açılan otobüs kapısından dışarı itilirken buldu. Onunla birlikte inen bir yolcu : “Ver bakalım, ne var torbanda?” diye sert çıktı. İsteksizce ve biraz da utanarak uzattı Zeynep elindekini. “Aman Allah’ım bu ne! Leş kokuyor bu torba, hepsi yağ bunların, içinde doğru dürüst et yok. Bunları yerseniz ölürsünüz.” diye söylenen adam telis torbayı kaldırdığı gibi çöp tenekesinin içine bıraktı. Sonra Zeynep’e dönüp : “Bak kızım! Sakın ola böyle şeyler yeme. Zehirlenirsin yoksa.” diyerek uzaklaştı. “O torbadakileri bir gün önce sizin eşiniz ve komşularınız verdi”, diyemiyordu Zeynep. Onun çocuk yüreği karşısındaki kadar acımasız olamıyor. “Önce bunları bize layık gördünüz, şimdi de layık gördüklerinizi bile esirgiyorsunuz” diyemiyordu, haykırmak istediği sözcükler boğazına kadar gelip orada düğümleniyordu. Zeynep kaldırım kenarında, ilaç bekleyen kardeşi evde ağlıyordu. Bir yandan ağlıyor bir yandan da çocuksu sesiyle mırıldanıyordu Zeynep: “Benim suçum ne? Bu eti veren, eti içine koyacağımız eski buzdolabınızı bizden esirgeyen siz amcalarım değil misiniz? Beni eski elbiselere hapseden, sonra da bu bunu bana yakıştıramayan sizlersiniz. Peki! Ne benim suçum? Benim suçum ne?” Evet, sevgili dostlar! Sizce suç yüreği tertemiz, pırıl pırıl olan bu küçük kızda mı, yoksa kalpleri taş gibi katılaşmış olan bizlerde mi? Sağlıklı, Mutlu, Huzur Dolu Nice Bayramlara


.



.  
Son Eklenen Haberler