ÖMER GİBİ GİDEBİLMEK (ADİL GÜLMEZ GEÇEN SAYININ DEVAMI)

19 Aralık 2011, Pazartesi 12:05

     

"Allâh'ım! Muhammed âilesinin azığını yetecek kadar (kifaf miktarı) kıl." (Buhârî, Rikak, 17) Hayat ve hâdiseler karşısında bu nebevî üslûbu benimseyenlerin şiârı olan "zühd" ve "takvâ" bâzen yanlış anlaşılmaktadır. Bunların, dünya nîmetleri ve zenginlikten tamamen el-etek çekmek olduğu zannedilmektedir. Halbuki ancak varlıkla îfâ edilebilen mâlî ibâdetler de Hak katında çok kıymetlidir. Kur'ân-ı Kerîm'de 200 yerde infak kelimesi geçmektedir. İslâm'ın beş temel esâsından ikisi olan hac ve zekâtın îfâsı, dînen zenginliğin asgarî ölçüsü sayılan nisâb miktarı dünyâlığa sahip olmakla mümkündür. Ayrıca "veren el"in "alan el"den üstün olduğu yolundaki İslâmî kâide de bu ibâdetlerin nisâbına sahip olmayı teşvîk eden diğer bir keyfiyettir. O hâlde zühd, dînin teşvîk ettiği bir husûsa aykırı olamaz. Günâh ve gaflete düşmek korkusuyla dünya nîmetlerine müstağnî davranmanın, zühd ve takvâ îcâbı olduğu bir gerçektir. Lâkin, bu istiğnâ kalbîdir; fiilî ve zâhirî değildir. Yâni zühd ve istiğnâ, dünyâ nîmetleri ile meşgûl olmakla birlikte onları kalbe sokmamaktır. Bu itibarla zühd, fakirlik değil; zengin-fakir her mü'mine gereken kalbî bir tavırdır. İlâhî takdîr netîcesinde zâhiren fakr u zarûret içinde yaşayan bir kimse, kalben dünyevî arzular peşinde sürüklenmekteyse, zühd ve istiğnâ ehli sayılamaz. Zîrâ zühd ve istiğnâ, kaderin sevkiyle mecbûren aza kanaat değil; irâdî olarak kalbi dünyâya esîr olmaktan muhâfaza etmektir. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, dünyâ hayâtında insanı, varlık deryâsında yüzen bir gemiye teşbîh ederek şöyle der: "Şâyet deryâ, geminin altında bulunursa, ona istinadgâh olur. Fakat dalgalar geminin içine girmeye başlarsa onu helâke götürür." Gerçekten dünyâ nîmetlerinin, kalbi Allâh'tan alıkoyup kendine bendetmek husûsundaki mânevî tehlikesi, inkâr edilemez. Esâsen, her mü'min Kur'ân-ı Kerîm'de bu tehlikeden "mal" ve "evlâd" için buyurulan "fitne" tâbiriyle îkaz edilmiştir. Buna göre dünyâ ile meşgûl olurken kalbi gafletten korumalıdır. Kalb, dünyâ muhabbetinden korunamadığı takdirde dünyânın zerresi bile merduddur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:"(Nefsâniyetle dolu) dünyâ lezzetleri, âhıretin acılarıdır. (İmtihan mâhiyetindeki) dünyânın acıları ise âhıretin lezzetleridir." buyurmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfte ise:"Dünyâ tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allâh, dünyânın idâresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O hâlde dünyâdan sakının..." (Müslim, Zikir, 99) buyurmuştur. Birgün sabah namazı için evden çıkmak üzere iken dışarıda iki kedinin canhıraş feryatlarını duydum. Merak ettim ve bahçeye çıktığımda onlara dikkat ettim. Gördüm ki, iki kedi karşı karşıya duruyor ve saldırmaya hazır birer küçük kaplan gibi hırlayarak hiç kıpırdamadan birbirlerine çakmak çakmak bakıyorlardı. Tüyleri diken diken olmuştu. En ufak bir hamlede yek diğerini parçalamak azminde idiler. Bu kadar aşırı hasımlaşmanın sebebi nedir acaba diye düşünürken gördüm ki, ortada bir fare var, ölmüş küçük bir fare. Meğer kediler o fare leşini elde etmek için bunca mücadeleye girişmişler. Meğer yekdiğerini hırpalama veya hırpalanma pahasına birbirlerine karşı göze aldıkları zararın sebebi ortadaki küçük bir fare lâşesi imiş!.. Bu tablo aslında büyük bir ibret sergiliyordu. Bir lâşeden müstağnî kalamayışın dûçâr ettiği ve edeceği kötü neticeleri aksettiriyordu. Bir bakıma dünyaya râm olanların boş ihtirasları uğruna âhıret hüsranını tercih etmelerini tedâî ettiriyordu. Nice gaflet erbabının sımsıkı sarılıp peşine düştüğü fânî heves, istek ve meyiller ile geçici makam, mevkî ve riyâset davalarının bir lâşeden ibaret olduğunu anlatıyor ve bunların ebedî bir saltanatı hebâ etmeye değmeyeceğine işarette bulunuyordu. İşte bu hebâ edişin altında kulun istiğnâyı ve rağbeti yanlış yere yöneltmesi vardır. Böyleleri hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "İnsanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder. (Oysa ey insanoğlu!) Dönüş, şüphesiz ki Rabbinedir." (el-Alak, 6-8) Mânen ham bir insan, dünya menfaatleri peşinde hırsla çırpınır durur. Bir şey elde edince de, gaflet sarhoşluğuna dalar. Şâyet elde edemezse bu sefer kedere boğulur. Mal, mevkî ve rızık için gereğinden fazla endişelenmek, kalbi dünyâya râm ederek ona köle hâline getirir. Dünyâ, kul ile Rabbi arasında perde olunca da, kulu mânen helâke sürükler. Bu gaflet devâm ettikçe kul o hâle gelir ki, zâhiren ifâde etmese bile hakîkatte Allâh Rasûlü'nün buyurduğu gibi: "... Onların şerefleri servetleridir, dînleri paralarıdır, kıbleleri de kadınlarıdır. Onlar mahlûkâtın en şerlileridir..." (Deylemî, Kitâbu'l-Fiten) hükmünün muhtevâsına sürüklenir. Rabbimiz cümlemizi muhâfaza buyursun! Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına: "... Allâh'a yemîn ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyânın sizin de önünüze serilip onların dünyâ için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyânın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum." (Buhârî, Rikak, 7) buyurmuştur. Bu sebeple dünyâya lâyık olduğu kadar ehemmiyet vermeli ve kalbi onunla fazlaca meşgûl etmekten sakınmalıdır. Dünyâ, bütünüyle âlemlerin Rabbinin mülkünden bir damladır. Âhıret hayâtına kıyas edildiğinde dünyâ hayatı da -nebevî tâbirle- deryâya parmağını daldırıp çıkaran birinin parmağında kalan su kadar bile değildir.3 Yüce Rabbimiz: "Bu dünya hayatı bir eğlenmeden, bir oyundan başka bir şey değildir. Ahıret yurduna gelince; şüphe yok ki o, hayatın ta kendisidir, bunu bilmiş olsalardı." (el-Ankebût, 64) buyurmuştur.Hakîkaten bunu bilenlerin gönül gözünde dünyâ bir hiçten ibârettir. Onların yegâne arzusu Allâh rızâsıdır. Devamı yeni çıkacak sayımızda


.



.  
Son Eklenen Haberler