ALTINOLUK DERGİSİ VE HILMİ ŞENBABAOĞLU

23 Şubat 2012, Perşembe 17:17

     

İLÇEMİZDE KENDİNİ YETİŞTİRMİŞ İLİM İRFAN VE NEZAKET ÖRNEĞİ OLAN DEĞERLİ BÜYÜĞÜMÜZ HILMİ ŞENBABA İLE YILLARIN YAYIN ORGANI OLAN, VE BİR ÇOK DEĞERLİ ESERİ BULUNAN ALTINOLUK DERGİSİ, İLÇEMİZİN KADİR ŞİNAS İNSANI OLAN HILMİ ŞENBABA İLE SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRMİŞTİR. BİZDE BU DEĞERLİ YAZIYI HARFİNE DOKUNMADAN AYNEN YAYINLIYORUZ.

90 Yaşında bir gönül insanı Hilmi Şenbaba ile... 26 Yıl Altınoluk’la Elele... Halil İbrahim Kurucan 2012 - Şubat, Sayı: 312, Sayfa: 022 Hilmi Şenbaba Kimdir? Hilmi Şenbaba 90 yaşında okuma aşkını kaybetmemiş bir gönül adamı. Afyon Şuhut’ta 60 yıl esnaflık yapmış. Sami Efendi Hazretlerine yetişmiş, ders almış, güzel hatıralar yaşamış. Musa Efendi ile unutamadığı hatıraları var. Son yıllarda İstanbul’a yerleşmiş. Altınoluk dergisinin bütün sayılarını ve hediye kitaplarını satır satır okumuş bir Osmanlı Beyefendisi… Geçtiğimiz ay kendisini ziyarete gittik, kabul ettiler. Yaptığımız sohbetten derlediğimiz bazı bölümleri sizlerle paylaşıyoruz. Altınoluk: Efendim sizi tanıyabilir miyiz? Kendinizi tanıtır mısınız? Kaç yaşındasınız? Hilmi Şenbaba: Afyon’da doğmuşum, orada yaşadım. 14 yaşında ticarete başladım, 60 sene ticaretle meşgul oldum. Son senelerde çocuklar istediği için İstanbul’da bulunuyorum. 12 senedir yalnızım. Yalnızlık da Allah’a mahsus. Allah ömürlerini hayırlı uzun eylesin çocuklarım uğrarlar, yoklarlar, bütün ihtiyaçlarımı karşılamaya çalışırlar. Fakat ne olsa, insanın yalnız kalışı zor oluyor. Dedem, babam ve amcalarım hep islami yönden hizmet vermişler. Tabii bizlere de etkileri olmuş. Babam Daru’l Hilafe’de (son Osmanlı Üniversitesinde) okumuş. Oradan Suriye’ye askere alınmış. Askerden sonra öğretmenlik için imtihan vermiş ve öğretmen olmuş. Kız Meslek Lisesi’nin baş öğretmeniydi. Aynı zamanda bir caminin imam hatipliğini de yapıyordu. Hükümet her ikisini de bir arada yürütemezsin deyince imamlıktan ayrılmak zorunda kaldı. O zaman durumlar malum. Öyle ki bizlere bile islami bilgilerimizi verememiş. Sonraları zamanın biraz genişlemesiyle, dış kapıyla iç kapıyı kilitleyerek bizleri okutmaya başladı. O kadar sıkıydı. İlk hocam annemin babasıydı. “Hoca dede” derdik. Kendisi İstanbul’da okumuş birisiydi. Ramazanları Edirne’nin köylerine gidip ramazan imamlığı yaparak kış masrafını karşılarmış. Zaman biraz daha genişleyince daha rahat okumaya başladık. Sonra peder emekli oldu da biraz Arapça okuttu bize. Askerlikte Bursa’da Mehmet Zahid Kotku ile tanıştım. O zamanlar vaaz yoktu, hutbe okunurdu. Onun hutbelerine devam ettim. O gün için genç denebilecek bir yaşta (45 yaşında) hacca niyet etim. Cilvegözü sınır kapısında Tahir Büyükkörükçü ile tanıştım. Medine’de, Mekke’de büyük bir hizmet verdi ve çok istifade ettim. Ülkemizde serbestlik olunca Kur’an Kursları açılmıştı. Babam orada akşamları dersler verirdi. Bazı akşamları derslere beni gönderirdi. O günlerde okutmaya Elif cüzü, ilmihal kitabı bulamadım. Evvela yapabildiğim kadarıyla bunları küçük kitaplar halinde (kısa ilmihal, namaz sureleri ve tefsirleri, hac rehberi, iki tane hutbe kitabı) kaleme aldım. Arkadaşlarla gözden geçirdik. Rahmetli babama okudum, o bir tashih yaptı. Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderdim, onlar yeniden gözden geçirdiler, düzeltmeler yaptılar. Basmaya izin verdiler. Onları bastırdım ve maliyet fiyatına Türkiye’nin üçte ikisine ulaştırdım. Tabii bunlar çocukları yetiştirmek için küçük küçük kitaplardı. Yoksa büyükler için hazırlanmış eserler değildi. O yıllarda yetişmemde teyp kasetlerinin çok büyük katkısı oldu. Hem kendim çok istifade ettim, hem de teypten teybe aktararak çoğaltıp dağıttığım arkadaşlarım istifade ettiler. Şu anda bile 500 civarında kaset evimde duruyor. Altınoluk: Efendim Sami Efendi ile tanışmanız nasıl oldu? Şenbaba: Pederden Arapça okuduğum günlerde benim yaşım bayağı ilerideydi. İki damatla birlikte okuyorduk. Tabii onlar benden genç ve akıllı. Ben geride kalmışım. İslam’a geç kaldığım için nerede bir ilim kapısı gördümse ona hemen yapıştım. İstanbul’a bir geldiğimde ticaret yaptığımız Mustafa Alemdar Ağabeye, ‘durum böyle böyle. Bana Sami Efendi’den bir dua alıver’ dedim. Tabii ismini duymuştum ama, Sami Efendi’yi tanımıyorum. Alemdar Ağabey, yukarıya çık durumunu kendin anlat dedi. Çıktım durumumu arzettim. Sami Efendi bana ampulü gösterdi ve ‘evladım cereyan hep 220 volt geliyor. Ama ampul yüzlükse başka, kırklıksa başka, yirmilikse başka ışık verir. Bunu hiç düşünme. Sen elinden geldiğince çalış. Cenab-ı Allah kolaylık lütfeder’ dedi. Elini öptüm ayrıldım. İlk tanışmamız böyle oldu. Daha sonraki yıllarda Afyon’dan arkadaşlar tasavvufa girmeyi teklif ettiler. Ben ‘Allah’la kul arasına girilmez. Yapabildiğim kadarıyla ben kendim yapıyorum’ dedim. Bunda da ısrar ettim. 60 yıl yaptığım esnaflık boyunca alışverişim için hep İstanbul’a gelip gittim. Geldiğimde de bir gece mutlaka burada kalıp camilerde yapılan vaazları dinlerdim, kaçırmazdım. Bir gün Şehzadebaşı Camiinde Feyzullah Değerli Hoca’nın bir vaazını dinledim. Orada ‘tasavvufa karşı olanlar, Allah’la kul arasına girilmez diyorlar. Şimdi öğle ezanı okundu. Biraz sonra imam mihraba geçecek ve hepimize namaz kıldıracak. Şimdi imam efendi Allah’la bizim aramıza mı girecek? Öyle şey olmaz’ dedi. Benim hemen fikrim değişti. Oradan çıktım, doğru Tahtakale’de Mustafa Alemdar Ağabeye gittim. Durum böyle böyle efendim dedim. Bana ‘kimseyi tanır mısın’ dedi. İstanbul’da tanıdığım tasavvuf ehli meşayıhı sayıverdim. ‘Hiçbir yerden vazife aldın mı?’ dedi. Ben de almadım dedim. Seni Sami Efendiye göndereyim. Hocaefendi’nin kabul etmesini kabul sayalım. Eğer seni kabul ederse sen de kabul et. Eğer etmezse nasibini başka yerde ara dedi. Bir doktor efendiye kart yazdı ve beni Erenköy’e gönderdi. Erenköy’de doktor beyi buldum. Doktor bey yanıma bir çocuk kattı ve ‘bu çocuk biraz önden gitsin. Sen de onu takip et. Yukarı çıkıp haber versin. Kabul ederse girersin. Yoksa nasibini başka yerde ararsın.’ dedi. Çocukla gittik. Yukarıya çıkıp indi ve ‘yukarı çıkacaksın amca’ dedi. Çok sevindim. Böyle bir yılbaşı günleriydi. Sami Efendi dükkanın envanterini yapmış, bir delikanlıyla beraber çalışıyorlar. Üstad rahmetullahı aleyh söylüyor, delikanlı da yeni yazıyla deftere envanteri yazıyor. Ben varınca ona izin verdi. Bir içeriye girdi çıktı. Kahve söylemiş. Sonra öğrendim ki, kim gelirse gelsin, tanıdık tanımadık herkese kahve ikram edermiş. Orada beni kabul etti ve ilk vazifemi orada verdi. Dersimi güzelce tarif etti ve ‘Böyle, böyle devam edersin. Devam edersen kârlı olursun. Etmezsen kârlı olmazsın’dedi. Ondan sonra Bursalı Atıf Arısoy Ağabey, Kemalettin Altıntaş Hocam, bir de Erzurumlu Sarraf İbrahim Ağabey ile sık sık görüştüm. Allah razı olsun, bunlar beni bırakmadılar elimden tuttular, çok taşıdılar, çok emek verdiler. Onlardan çok istifade ettim. Benim İslam’a geç kalışımı bu zat-ı muhteremler elimden tutarak giderdiler. Üzerimde emekleri çoktur. Altınoluk: Sami Efendi ile ilgili başka hatıranız var mı? Şenbaba: Sami Efendi Sandıklı kaplıcalarına gelirdi. İzmir’den Dursun Abi, Sami Efendi gelince gelip beni bulur, geldiklerini haber verirdi. Beni alıp götürür Sami Efendi’nin sohbetlerine katılmamı sağlardı. Bu sayede Sami Efendi’den Sandıklı’da çok faydalandım. Bir gün Sandıklı’da camide Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi bir vaaz yaptı. Sami Efendi birinci safta, Musa Efendi onun hemen yanında oturuyor. Ankaralı Rıza Çöllü Abi de minberin yanında oturuyor. Tahir hoca hocasının huzurunda güzel bir sohbet yaptı. En sonunda da Sami Efendiye; ‘Efendim Rıza Hoca Kur’an-ı Kerim okusa müsaade eder misiniz?’ dedi. Sami Efendi de ‘tabii, hay hay okusun’ dedi. Rıza Hoca o meclisin manevi havasıyla, aşkıyla, muhabbetiyle bir Kur’an-ı Kerim okudu, onun tadı hâlâ, hâlâ, hâlâ damağımdadır. Altınoluk: Efendim o yıllarda Musa Efendiyle bir hatıranız oldu mu? Şenbaba: Şuhut’ta iken bir bunalım geçirdim. Atıf Abiye gelerek durumumu anlattım. Beni aldı, Musa Topbaş Rahmetullahı aleyhin büyük postanenin arkasında bulunan dükkanlarına götürdü. Musa Efendiye durumumu anlattım. Beni uzun uzun dinledi. Evlilikten, aileden, çocuklardan, servetten, meslekten, derslerimden uzun uzun sorular sordu. Hepsi müspet şeyler. Olumlu yani. Musa Efendi çok hayret etti. Hayreti de üzerinden böyle belli. Hayretle bana baktı baktı sonra ‘sohbetlere devam ediyor musun?’ dedi. Efendim ben Şuhut’ta yalnızım. Afyon 30 kilometre, Sandıklı 90 kilometre gidemiyorum, dedim. Musa Efendi bunu duyunca; ‘Senin sıkıntın bundan. Ne olursa olsun, ya Sandıklı’ya, ya Afyon’a haftada bir sohbete mutlaka gideceksin’ dedi. Ondan sonra 10 dakika kadar bana bir nazar etti. O günden sonra o sıkıntım hafifledi ve bir süre sonra tamamen geçti. O günlerde Afyon’daki ihvanlar da benim ders aldığımı haber almışlar ve beni dört gözle beklerlermiş. Gelse de içimizde şenlik olsa diye. Nihayet Afyon’a vardık. Afyon’da İsmail Hoca bu vazifeyi sen alacaksın, kardeşlere sohbeti sen yapacaksın diye bu görevi bana verdi. Uzun seneler Afyona geldim gittim. Şuhut’tan da yeni kardeşler temin ettim, onlarla gelip gittik. Sonra bir grup Şuhut’ta bir grup Afyon’da oldu. İkisine de devam ettim. Altınoluk: Duyduğumuza göre ilk sayısından beri Altınoluk dergisini çok iyi takip etmişsiniz. Bütün sayılarını titizlikle okuduğunuz söylendi. Bu okuma aşkı nereden geliyor? Şenbaba: Ben esnaflığım sırasında Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kitap bayisiydim. O günlerden kitapları karıştırıp gelirdim. O okuma aşkını Rabbim bana lütfetti. Kahveye gitmek nedir bilmem. Sigara ve başka hiçbir kötü alışkanlığım olmadı. Bütün bunları da okumaya borçluyum. Altınoluk okumalarıma gelince; efendim sarraf dükkanına sarı altın gerekli. Müslümana da islami ilim gerekli. Maşallah Altınoluk ismiyle müsemma bir dergi. Altın Oluk. Böyle bir dergi bırakılır mı? Bundan faydalanılmaz mı? Ben bu niyetle okudum bütün sayıları. Son aylara kadar bazen üç günde üç dergiyi de okuyup bitirirdim. Bu güne kadar son sayı hariç bütün dergilerin tamamını okuyup bitirdim. Ama son sayıyı yaşlılığın verdiği sıkıntılarla daha okuyup bitiremedim. Derginin birinci sayısından son sayısına kadar hepsini topladım. Şu anda dolabımda duruyor. Ayrıca bu güne kadar Altınoluk Dergisinin verdiği bütün hediye kitapların tamamını da okudum. Son verdiğiniz Onların Alemi kitabının büyük kısmını da okudum. İlk birinci bölüm oldukça güzel. Ama ikinci ve üçüncü bölümde harf hataları ve tashihler var. Ayrıca artık gözlerim iyice bozulduğundan yazıları da oldukça küçük geliyor. Bunun yanında Altınoluk’un hediye kitabından olsun, diğer kitaplarından olsun, belli sayıda bütçeme göre 20 tane, 30 tane alıp her yıl dağıtırım. Altınoluk: Altınoluk okuyucularına neler söylersiniz? Şenbaba: Okumanın kıymetini bilsinler. Okusunlar yaşasınlar. Benim Altınoluk dergisiyle ilgili son yıllara kadar özel bir çalışmam vardı. Altınoluk dergisinde yayınlanan en güzel yazıları seçip, 20 adet fotokopi çektirip onları, okuyup istifade edecek insanlara dağıtıyordum. Gerçi yaşlılıktan dolayı bir süreden beri bunu da yapamıyorum. Altınoluk: Efendim bize zaman ayırıp bu güzel sohbeti lütfettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Allah sağlık sıhhat içerisinde hayırlı ömürler versin. Şenbaba: Esas Allah sizlerden razı olsun. Hizmetlerinizi daim ve bereketli eylesin. Sami Efendi’den Hatıralar… “Kur’an’ın nurlandırmadığı kalbi hiçbir şey nurlandıramaz” Aksaray’dan Ahmet Perek Ağabey anlatıyor: Aksaray’dan Orhan Ağaçlı Bey’in kardeşi Ahmet Ağaçlı Bey ile Sami Efendi rahmetullahi aleyh’i ziyarete gitmiştik. *** Ahmet Bey, ders almak istiyordu. Üstadımız ona Kur’an okumayı bilip bilmediğini sordu. O da bilmediğini söyledi. Bunun üzerine Üstadımız şöyle dedi: -Evladım, Kur’an’ın nurlandırmadığı kalbi hiçbir şey nurlandıramaz. Sonra Ahmet Bey’le birlikte oradan ayrıldık. Ahmet iki ay içinde Kur’an’ı öğrendi hatta Yasin-i Şerifi ezberledi. İki ay sonra da emri Hak vaki oldu ve dar-ı bekaya göç etti. Sonra Ahmet Bey’i rüyasında görenler oldu. Bir seferinde elinde tespih, onu öperken gördüler. Bir seferinde de telaş içinde oraya buraya koştururken görüldü. “Ne haldesin?” diye sorduklarında, “Kelime-i tevhidin sevabını dağıtıyorum herkese” diye cevap verdi. *** Ahmet Perek Ağabey, Sami Efendi Hazret¬leriyle ilgili bir hatırasını da şöyle anlatıyor: -Cemalettin Perek Bey’le Merhum Üstadımızı ziyarete gitmiştik. Bana, Cemalettin Bey’in kim olduğunu sordu. Ben de “Amcamın oğlu” dedim. Ona da manevi ders verdi ve“Bundan sonra Amca çocuğu istemiyorum, kardeşsiniz” dedi. Merhum Üstadımız böylece, birkaç kelime içinde, manevi yolda buluşmanın kan bağından önce geldiğini anlatmış oldu.


.



 
Son Eklenen Haberler