DEĞİRMENİN SUYU NERDEN? ( ADİL GÜLMEZ )

25 Ocak 2012, Çarşamba 10:07

     

Yolda ağır ağır adımlarla vakarlı bir şekilde yürüyen adama baktılar. Kur`an öğrenmenin yasaklandığı bu istibdat döneminde hayatı, evinde kendisinin ve başkaların çocuklarına Kur’an öğretmekle geçen altmış yaşlarına yakın olan adamın üzerinde, insanı ilk bakışta etkileyen bir heybet vardı. Yanındaki sordu: - Kim bu? - Bu mu? Tanımıyor musun? - Hayır. - Bu, Gönenli Mehmet Efendi! Evinde ve açtığı Kurslarda çocuklara Kur`an dersi veriyor. - İnsanı etkileyen bir görünüşü var. Ansızın arkadaşı telaşlandı: - Hey, bir şeyler oluyor galiba. Yaklaşalım. Bir sivil polis ona iyice yaklaştıktan sonra edepsizce seslendi: - Hoca! Gönenli, yavaşça sese doğru döndü. Daldığı düşüncelerinden ayrılan başı, muhatabını aradı. Henüz cevap vermemişti ki, konuştu. - Hoca! Sen hala çocuklara Kur’an öğretiyormuşsun. Söyle bakalım neyle dönüyor, bu değirmenin suyu. Bu kadar parayı nerden getiriyorsun. İçinde hem tehdit hem de tariz olan bu sözler karşısında birden celallendi. Karşısındakinin kim olduğuna bakmadan: - Evet, doğru, dedi. Elimden gelse bütün İstanbul halkına, dağına, taşına öğretmek istiyorum. Bu ani ve sert tepkiyi beklemeyen Sivil Polis, sessizce yolunu değiştirip ayrıldı. Arkasına dönüp bakarken kendi kendine mırıldanıyordu: “ Ee Hoca, sen bağır bakalım sokak ortasında. Elbet bizim de bağıracağımız bir gün gelir.” Aklı talebelerinde olan Gönenli, eve doğru yoluna devam etti. Sanki biraz önce hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar derin düşüncelere daldı. Yeni açtığı Kur’an Kursunun zemini soğuktu. Talebeleri üşüyor ve öğrenmekten geri kalıyorlardı. Bir çaresini bulmalıydı. Bu düşüncelerle evine vardığında gözü çocuklarına takıldı. Her biri bir minderin üzerinde oturmuş, babalarına bakıyorlardı. Gönenli’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. “Nasıl da düşünemedim” dedi içinden. Çocuklarına seslendi: - Evlatlarım! Şu minderleri bir de şu yastıkları babanıza verin. Haydi yavrularım, toplayın şunları. - Ne oldu baba? dedi çocuklarından biri. - Evladım, bunları talebelerime götüreyim. Siz mindersiz, yastıksız da yatarsınız. Onlarsa ilim erbabı olacaklar. Haydi yavrularım. Çocukları ve hanımının şaşkın bakışları arasında toplanan minderler ve yastıklar evden çıkarılıp götürülmüştü bile. Aslında ailece alışkındılar bu davranışlara. Babalarının talebelerine olan düşkünlüklerini biliyor, zaman zaman da gıpta ediyorlardı. O gece saat üç cıvarında kapısı şiddetle vurulduğunda Gönenli, gelenin kimler olduğunu anlamıştı. Ailesi telaşlı, çocukları uykunun mahmurluğuyla neler olup bittiğinin farkında olmadan aval aval bakıp duruyorlardı. - Siz yatın çocuklar, dedi. Ben hallederim. Kapıya yöneldi: - Kim o? dedi. - Aç, polis! Aslında alışkındı gece baskınlarına. Eşi ve çocukları da buna alışmış olsalar da yine bir endişe duyuluyordu. Acaba babalarını götürecekler miydi? Kapıyı yavaşça açan Gönenli, polislerle fısıltı şeklinde konuşuyordu: - Hayrola memur bey evladım ne oldu? - Hakkınızda şikâyet var, Karakola geleceksiniz? - Ne şikâyetiymiş ki? - Yasadışı yollarla Kur’an öğretiyormuşsunuz. Karakola gelirseniz anlarsınız. - Evladım, beni tanırsınız ben kaçacak biri değilim. Gecenin bu vaktinde gelmenize lüzum yoktu. Beni çağıraydınız ben gelirdim, değil mi? Görevli memur, Gönenli’nin verdiği sözü tutan biri olduğunu biliyordu. Daha önce de kendisini Karakola çağırdıklarında gelmiş, ifadesini verip gitmişti. - Peki, dedi memur. Sizi iki gün içinde Karakola bekliyorum. Fakat iş bu defa ciddi. Hazırlıklı olursanız iyi olur. - Sağ ol evladım. İnşaallah yarın sizi ziyaret ederim. Geldikleri gibi gecenin karanlığında kaybolan birkaç polisin arkasından bakakaldı. Karanlık zihniyetliler karanlığın içinde kaybolup gitmişlerdi. Ailesi ve çocuklarına bir şey hissettirmedi. Babalarının bu defa götürülmemesinin sevinci ve rahatlığıyla huzurlu bir şekilde yatan çocuklar, derin bir uykuya daldılar. Devamı yeni çıkacak sayımızda


.



.  
Son Eklenen Haberler