ÖMER GİBİ GİDEBİLMEK… ( ADİL GÜLMEZ )

29 Kasım 2011, Salı 14:13

     

Hicri Yılbaşınız Mübarek Olsun Cenâb-ı Hak buyuruyor: “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (Enfâl, 74) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasın da hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.” (Buhârî, Kefâlet, 4) Hz. Ali (ra) der ki: “Muhâcirler den hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Ömer bin Hattâb bundan müstesnâdır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kâbe’nin yanın da bulunuyorlardı. Ömer (ra) Kâbe’yi yedi defâ tavâf ettikten sonra onların yanına vardı ve şimdiden gelecekteki zaferlerin ilk hamlesini gösterircesine müşriklere haykırdı: “İşte ben de Medîne’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler arkama düşsün, şu vâdinin arkasında karşıma çıksın!” Ancak hiç kimse O’nun ardına düşüp tâkib edemedi.” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 152-153) Sözü daha fazla uzatmadan Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'nin konuyla ilgili "İstiğna" başlıklı yazısını aktarıyorum Mekkeli muhâcirlerden Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- anlatır: "Biz her şeyimizi Mekke'de bırakıp Medîne'ye hicret ettiğimiz sıralarda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, benimle Ensar'dan Sad bin Rebî arasında kardeşlik kurmuştu. Bunun üzerine, Sad bin Rebî: "Ben, mal bakımından Ensâr'ın en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. İşte malım, buyur." dedi. Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- ise bütün bunlardan müstağnî bir tavırla ona: "Allâh malını ve imkânlarını sana hayırlı ve mübârek eylesin kardeşim. Benim bunlara ihtiyâcım yok. Sen bana çarşının yolunu gösteriver, kâfî_" dedi. Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- çarşıya gidip ticârete başladı. Çok geçmeden epeyce bir kazanç sağladı ve ağniyâ-yı şâkirîn (şükreden zenginler) zümresine dâhil oldu. Aradan yıllar geçti ve mü'minler İslâm'ın güçlü ve ihtişâmlı devrini idrâk ettiler. Birgün iftar vaktinde Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-'ın önüne, oğlu birkaç çeşit yemek koyduğunda, o bundan mahzûn olarak: "-Musab bin Umeyr şehîd olduğu zaman, cesedini örtecek bir kefen bulunamadı. Üzerine sarılan kefen kısa geldi; başı örtülse ayağı, ayağı örtülse başı açık kalıyordu. Sonunda kefenini başına doğru çektik ve ayaklarını da güzel kokulu bir ot ile örttük! Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- şehîd olduğunda da, üzerini ihtiyar kadınların giydiği eski bir hırka ile örtmüşlerdi. Bana ise, Cenâb-ı Hak dünyâda bu kadar çok nîmet bahşediyor. Acabâ ukbâda tenkîs mi edecek?! Acabâ âhıretteki hakkımı bu dünyâda mı tüketiyorum? Yarın Allâh'ın huzûrunda bu nîmetlerin hesâbını nasıl vereceğim?!" dedi ve yaşlı gözlerle sofrayı terk etti. İşte İslâm büyüklerinin, Hak yolunda kalben sergiledikleri üstün bir kulluk ve dünyâya karşı alâkalarını aksettiren ne güzel bir zühd ve istiğnâ hâli. Zîrâ onların âleminde zühd, Allâh sevgi ve korkusu ile O'ndan başka her şeyin kalbde değerini yitirmesi, gönülde bir kıymet ifâde etmemesi; istiğnâ da, zühdün üst seviyesi olarak kalben yaşanmaktaydı. Buna göre istiğnâ, ham hüviyetten kurtulup kemâle eren sâlih ve sâdıkların sahip oldukları kalbî bir vasıftır. Gönül zenginliği ile eldekine kanaat ederek, daha fazlasına ve başkasının elindekine tenezzül etmemektir. Yine istiğnâ: «Kanaat, bitmez-tükenmez hazînedir." hadîs-i şerîfi mûcibince, kalbin Hak Teâlâ ile yakınlık netîcesinde mânen zenginleşerek huzura ermesidir. Zîrâ kanaatle zenginleşen bir kalb, dünyevî endişe ve korkulardan selâmet bulur. Rûh, sonsuzluğu idrâk eder ve böylece mü'minde fânî hazların câzibesi, ömrünü tüketir. Bu hâli en güzel bir kemâlât ile yaşayarak kalben zirveleşen Hak dostlarının hayatları istiğnâ misâlleriyle doludur: Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-'ın halîfeliği zamanında Sûriye, Filistin, Mısır gibi beldeler fethedildi ve İran toprakları baştanbaşa İslâm devletinin sınırlarına dâhil oldu. Bizans ve İran'ın zengin hazîneleri İslâm dünyâsının merkezi olan Medîne-i Münevvere'ye akmaya başladı. Mü'minlerin refah seviyesi ziyâdeleşti. Fakat mü'minlerin halîfesi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bu refah seviyesine karşı müstağnî kalmış bir gönül zirvesinde devletin ihtişâmına, beytü'l-mâlin zenginliğine rağmen, yamalı elbisesiyle hutbe okuyordu. Bâzen borçlanıyor, sıkıntı içinde hayâtını idâme ettiriyordu. Çünkü o, hazîneden ancak kifâyet miktarı bir tahsisat almayı tercih ediyor ve bununla da zor geçiniyordu. Devamı yeni çıkacak sayımızda


.



.  
Son Eklenen Haberler